Ceza Mahkemesinde Hükmedilen Mahkumiyet Yönündeki Kesin Hüküm Hukuk Hakimini Bağlar
Amasya 3. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 26/02/2020
NUMARASI : 2019/338 - 2020/65
DAVACI : R.D.
vekili Av. E.İ., Av. A.A.
DAVALI : A.Ö.
vekili Av. N.M.P. 1.
Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Amasya 3. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir. 2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi Davacı vekili dava dilekçesinde; davalının 02.12.2014 tarihinde müvekkiline ait telefonuna hakaret içerikli mesajlar gönderdiğini, yapılan şikâyetler üzerine soruşturma başlatıldığını ve Amasya 3. Asliye Ceza Mahkemesi'nin 03.12.2015 tarihli ve 2015/.6 E., 2015/5.5 K. sayılı kararı ile davalının sesli, yazılı veya görüntülü bir ileti ile hakaret suçunu işlediği sabit bulunarak adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verildiğini, verilen kararın 03.12.2015 tarihinde kesinleştiğini, ayrıca davalı tarafından sosyal medya ile buna benzer yerlerde yazılı ve sesli müvekkili aleyhine küçük düşürücü beyanlarda bulunulduğunu, müvekkilinin yaşananlar karşısında toplumdaki itibarının zedelenerek huzur ve sükununun bozulduğunu, duyduğu elem ve üzüntüden dolayı manevi zarara uğradığını ileri sürerek 10.000 TL manevi tazminatın yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsilini talep etmiştir. Davalı Cevabı Davalı vekili cevap dilekçesinde; yüksek mühendis ve aynı zamanda Amasya İli’nde faaliyet gösteren Mado adlı işyerinin sahibi olan müvekkilinin davacı ile iş ilişkisi içine girdiğini, davacının taşeron firma yetkililerinden karşılıksız faydalanma taleplerinde bulunduğunun öğrenilmesi ile davalının bu haksız tahrikler karşısında sosyal medyada özel hesabından davacıya sitemlerini ilettiğini, ancak davacının olayı ceza mahkemesine intikal ettirdiğini belirterek davanın reddi gerektiğini savunmuştur. Mahkeme Kararı Amasya 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 31.05.2016 tarihli ve 2016/42 E., 2016/443 K. sayılı kararı ile; davalının davacının cep telefonuna "bu kadar pislik bir yere kadar gizlenebilirdi, ... O kadar rezil işlere bulaşmışsın ki " "facebookta o kadar dini ve islami içerikli paylaşımlar yaparak kendini temize çıkartmaya çalışsan da içinde bulunduğun toplum bir gün gerçekleri öğrenecekti" şeklindeki mesajlar gönderdiğinin sabit olduğu, ceza mahkemesince verilen mahkumiyet kararının temyiz yolu kapalı kesin olarak verilmesi nedeniyle hukuk hâkimini bağlamayacağı, davaya konu mesajlarda kullanılan ifadelerin eleştiri mahiyetinde olup davalının değer yargısını içerdiği, kullanılan sözlerin kişilik haklarına saldırı niteliğinde olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı
. Amasya 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 25.09.2019 tarihli ve 2017/1346 E., 2019/4162 K. sayılı kararı ile; “… 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 74. maddesi (818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 53. maddesi) uyarınca hukuk hâkimi, ceza mahkemesinin beraat kararı ile bağlı değil ise de hem ilmi, hem de kökleşmiş yargı kararlarında ceza mahkemesince belirlenen maddi olgunun hukuk hâkimini bağlayacağı kabul edilmektedir. Amasya 3. Asliye Ceza Mahkemesinin 2015/.6 esas ve 2015/5.5 karar sayılı dosyasının incelenmesinde; davalının hakaret suçundan adli para cezası ile cezalandırılmasına kesin olarak karar verildiği anlaşılmaktadır. Somut olayda; Ceza Mahkemesinin, maddi vakıanın (haksız fiilin) sanık (davalı) tarafından gerçekleştirildiğine ilişkin tespiti ve sonucunda verdiği kesin mahkûmiyet hükmü, taraflarca temyiz edilmeksizin kesin olsa da hukuk hâkimini bağlar. (TBK 74) Bu itibarla mahkemece, davacı yararına uygun bir miktarda manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken, yersiz gerekçeyle istemin tümden reddine karar verilmiş olması usul ve yasaya uygun değildir. Bu nedenle kararın bozulması gerekir…” gerekçesi ile karar oy çokluğu ile bozulmuştur.
Direnme Kararı
Amasya 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 26.02.2020 tarihli ve 2019/338 E., 2020/65 K. sayılı kararı ile; her ne kadar kesinleşmiş bir ceza mahkemesi kararı var ise de Anayasa Mahkemesi ve İnsan Hakları Mahkemesi nezdinde davaya konu mesajda yer alan sözlerin ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilebileceği, 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (Anayasa) 90. maddesi gereği dosyada tazminatı gerektirecek bir haksız fiilin varlığı kabul edilemeyeceği, hukukî birliği sağlamak adına kişilik hakkına saldırı teşkil etmediği kabul edilen ifadeler nedeniyle, salt ceza mahkemesi kararının kesin olması gerekçesiyle uygun bir manevi tazminata hükmedilmesinde kamusal ya da hukukî bir fayda bulunmadığı gibi kamu vicdanını incitici bir sonuç hasıl olacağı, davaya konu ifadelerin aleni bir şekilde değil cep telefonuna mesaj atmak suretiyle davacıya iletildiği, bozma sonrası davalının beyan ettiği üzere taraflar arasında önceye dayalı husumet bulunduğu, davalının savunmalarında davacının iftiraları nedeniyle gözaltına alınıp tutuklandığı ve beraat ettiğini ileri sürdüğü de dikkate alındığında söz konusu ifadelerin ağır eleştiri, ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiği, kişilik hakkını zedeler mahiyette bir ifadenin söz konusu olmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir. Direnme Kararının Temyizi Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
UYUŞMAZLIK Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davalının hakaret suçundan kesin nitelikte adli para cezası ile cezalandırılmasına dair ceza dosyasında verilen kararın hukuk hâkimini bağlayıp bağlamayacağı, buradan varılacak sonuca göre somut olayda davacının kişilik haklarına saldırının bulunduğu kabul edilerek davalının manevi tazminatla sorumlu tutulmasının gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
GEREKÇE
Uyuşmazlığın çözümü açısından; ceza mahkemesi kararlarının hukuk davasına etkisi, eş söyleyişle ceza mahkemesinin hangi kararlarının hukuk mahkemelerini bağlayacağı konusunu düzenleyen kurallar üzerinde durulması gerekmektedir. 13. Ceza mahkemesi kararlarının hukuk mahkemesi davasına etkisi, hukukumuzda 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) “Ceza Hukuku İle Medeni Hukuk Arasında Münasebet” başlıklı 53. maddesinde “Hakim, kusur olup olmadığına yahut haksız fiilin faili temyiz kudretini haiz bulunup bulunmadığına karar vermek için ceza hukukunun mesuliyete dair ahkamiyle bağlı olmadığı gibi, ceza mahkemesinde verilen beraet karariyle de mukayyet değildir. Bundan başka ceza mahkemesi kararı, kusurun takdiri ve zararın miktarını tayin hususunda dahi hukuk hakimini takyit etmez.” hükmü ile yer almıştır. Benzer düzenlemeyle 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 74. maddesinde “Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı, ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından verilen beraat kararıyla da bağlı değildir. Aynı şekilde, ceza hâkiminin kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk hâkimini bağlamaz.” hükmü öngörülmüştür. Bu açık hüküm karşısında; ceza mahkemesince verilen beraat kararı, kusur ve derecesi, zarar tutarı, temyiz gücü ve yükletilme yeterliği, illiyet gibi esasların hukuk hâkimini bağlamayacağı konusunda duraksama bulunmamaktadır. Ancak, hemen belirtilmelidir ki, gerek öğretide ve gerekse Yargıtay’ın yerleşmiş içtihatlarında, ceza hâkiminin tespit ettiği maddi olaylarla ve özellikle “fiilin hukuka aykırılığı” konusu ile hukuk hâkiminin tamamen bağlı olacağı kabul edilmektedir. Diğer bir anlatımla, maddi olayları ve yasak eylemlerin varlığını saptayan ceza mahkemesi kararı, taraflar yönünden kesin delil niteliğini taşır. Nitekim aynı ilkeler Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 27.04.2011 tarihli ve 2011/17-50 E., 2011/231 K. sayılı kararı ile de aynen benimsenmiştir.
Vurgulamakta yarar vardır ki, hukuk usulü bir şekil hukukudur. Davanın açılması, itirazların ileri sürülmesi, tanıkların ve diğer delillerin bildirilmesi belirli süre koşullarına bağlı kılındığı gibi, ikinci tanık listesi verilememesi, iddia ve savunmanın genişletilmesi yasağı gibi, yargılamanın süratle sonuçlandırılması gayesi ile belirli kısıtlamalar getirilmiştir. Bunun sonucunda, hukuk hâkimi şekli gerçeği arayacak, maddi gerçek öncelikli hedef olmayacaktır. Ancak ceza hâkimi bunun tersine, öncelikli hedef olarak maddi gerçeğe ulaşmaya çalışacaktır. O hâlde ceza mahkemesinin maddi nedensellik bağını (illiyet ilişkisi) tespit eden kesinleşmiş hükmünün hukuk hâkimini bağlamasına, 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 53. maddesi bir engel oluşturmaz (Hukuk Genel Kurulunun 16.09.1981 tarihli 1979/1-131 E., 1981/587 K.; 27.04.2011 tarihli ve 2011/17-50 E., 2011/231 K. sayılı kararları).
Öte yandan, Yargıtay’ın yerleşik uygulamasına ve öğretideki genel kabule göre, maddi olgunun tespitine ilişkin ceza mahkemesi kararı hukuk hâkimini bağlar. Ceza mahkemesinde bir maddi olayın varlığı ya da yokluğu konusundaki kesinleşmiş kabule rağmen, aynı konunun hukuk mahkemesinde yeniden tartışılması olanaklı değildir (Hukuk Genel Kurulunun 11.10.1989 tarihli ve 1989/11-373 E., 1989/472 K.; 27.04.2011 tarihli ve 2011/17-50 E., 2011/231 K.; 09.04.2014 tarihli ve 2013/4-1008 E., 2014/490 K. sayılı kararları). 18. Tüm bu açıklamalar ışığında
somut olay değerlendirildiğinde; davaya konu mesajlar nedeniyle davalının Amasya 3. Asliye Ceza Mahkemesinin 03.12.2015 tarihli 2015/.6 E. ve 2015/5.5 K. sayılı kararı ile hakaret suçundan adli para cezası ile cezalandırılmasına kesin olarak karar verildiği anlaşılmaktadır. 19. Yukarıda açıklandığı üzere 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 53. maddesi (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 74. maddesi) gereğince ceza mahkemesince belirlenen maddi vakıanın sanık olan davalı tarafından gerçekleştirildiğine ilişkin tespit ve bu tespit sonucunda hakaret suçundan verilen kesin mâhkumiyet hükmü hukuk hâkimi yönünden bağlayıcıdır. Bu nedenle mahkemece, davalının hakaret eylemi sebebiyle kişilik haklarına saldırı gerçekleştirdiğinin kabulü ile davacı yararına uygun bir miktar manevi tazminata hükmedilmesi gerekmektedir. 20. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, ceza mahkemesinde verilen mahkumiyet kararının hukuk hâkimini bağlamayacağı, her ne kadar TBK’da düzenleme var ise de Anayasa’nın 90. maddesi kapsamında temel hak ve özgürlükler yönünden Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS) daha öncelikli olduğu, AİHS kapsamında ifade özgürlüğü kapsamında ceza dosyasında mahkumiyet kararı verilen ifadelerin değerlendirilmesi gerektiği, hukuk hâkiminin, esasen ifade özgürlüğü kapsamında kaldığını tespit ettiği bir olayda, ceza mahkemesince verilen mahkûmiyet kararının bağlayıcılığını esas alarak tazminata hükmetmesi hâlinde ifade özgürlüğünü değerlendirme dışı bırakmak suretiyle hukuka aykırı davranmış olacağının kabulü ile mesaj içeriklerinin kişilik haklarına saldırı teşkil ettiği gerekçesiyle direnme kararının değişik gerekçe ile bozulması gerektiği görüşü ile; mesajlar içeriklerinin ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiği, ancak mesaj içeriklerinin eleştiri mahiyetinde olup kişilik haklarına saldırı teşkil etmediği gerekçesiyle direnme kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüşse de açıklanan bu görüşler Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
Hâl böyle olunca; tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle; Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, Aynı Kanun’un 440/III-1. maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 04.10.2022 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi. -
KARŞI OY -
Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı, ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından verilen beraat kararıyla da bağlı değildir (TBK 74/1). Aynı şekilde, ceza hâkiminin kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk hâkimini bağlamaz (TBK 74/2). Bu hükmün sonucu olarak hukuk hâkimi gerek beraat kararı olsun, gerekse mahkumiyet kararı olsun ceza mahkemesinin sabit kabul ettiği olgularla bağlıdır. Bağlı olunan olgular salt sabit kabul edilen vakıalar olmayıp, bu vakıaların hukuka aykırılığının tespiti de hukuk hâkimini bağlayacaktır. Ceza hâkimi sabit kabul ettiği vakıanın suç olduğunu belirtip bir hukuka aykırılık tespiti yapmış iken hukuk hâkiminin bu vakıanın hukuka aykırı olmadığı şeklinde bir sonuca varabileceği düşünülemez. Zira daha ağır bir sonuç olarak suçun işlendiği sabit kabul edilirken aynı eylem ile daha hafif bir sonuç olan haksız fiilin de işlendiğinin evveliyetle kabulü gerekecektir. Aksinin kabulü hukuk güvenliğini sarsacaktır. Bu hükmün kapsamını belirlerken temel hak ve hürriyetlerin niteliği ve sınırlanması üzerinde de durmak gerekir. Temel hak ve hürriyetlerle ilgili olarak Anayasada: Herkesin, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahip olduğu (12/1) bu hak ve hürriyetlerin, kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva ettiği (12/2) düzenlenmiştir. Bu temel hak ve hürriyetlerin sınırlanmasıyla ilgili olarak ise 13. maddede; “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” hükmü bulunmaktadır. Hukuku kendiliğinden uygulamakla yükümlü olan hâkim (HMK 33/1) bu kuralları yorumlayıp, kapsam belirleyerek uygularken temel hak ve hürriyetlerin kapsamına da uygun bir yorum ve değerlendirme yapmalı sınırlayan açık bir kanun hükmü olmadıkça bunları sınırlayan ortadan kaldıran bir sonuç doğuracak şekilde bir yorum ve sonuca neden olmamalıdır. Aksine yapılacak bir müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe temel hak ve hürriyetin düzenlendiği Anayasa maddesinin ihlâlini teşkil edecektir. Yukarıda değinildiği gibi hukuk hâkimi ceza mahkemesinin sabit kabul ettiği olgularla ve bu kapsamda hukuka aykırılık tespitiyle kural olarak bağlı ise de bu tespitin hukuk davasına konu olaya aynen alınması temel hürriyetlerden birisinin açık kanun hükmü olmadan ortadan kaldırılması sınırlanması sonucunu doğuracaksa temel hak ve hürriyetin korunmasına öncelik verilerek uygulama yapılmalıdır. Zira bir kanun hükmü açık bir sınırlama getirmemişse artık bu hükmün temel hak ve hürriyetleri dahi sınırlayacak bir kapsama sahip genişlikte olabileceği düşünülemez. Aksinin kabulü hâlinde doğrudan temel hak ve hürriyetlerle ilgili olmayan bir kanun hükmüne, temel hak ve hürriyetleri dahi sınırlayan bir kapsam çizilmiş olacaktır. Bu ise Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşulları yerine getirmeyen bir sınırlama ve uygulama sonucunu doğuracaktır. Somut uyuşmazlıktaki önemi nedeniyle ifade özgürlüğü ile başkalarının şöhret veya haklarının korunması üzerinde de durulmalıdır. Anayasanın 17. maddesinde, herkesin, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu, 26. maddesinde ise herkesin, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahip olduğu düzenlenmiştir ifade hürriyetiyle ilgili olan maddenin ikinci fıkrasında bu hakkın sırılanabileceği hâller gösterilmiş ve bunlar arasında başkalarının şöhret veya haklarının korunması da sayılmıştır. Sözü edilen Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasına göre ifade özgürlüğünün sınırlandırılma nedenlerinden ve bu bağlamda ifade özgürlüğünü kullananların uyması gereken görev ve sorumluluklardan biri de başkalarının şöhret veya haklarının korunmasıdır. Bireyin şeref ve itibarı, kişisel kimliğinin ve manevi bütünlüğünün bir parçasını oluşturur ve Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının korumasından faydalanır (Anayasa Mahkemesinin Bireysel Başvuru Kararı Kenan Gül, § 52). Devlet, bireyin şeref ve itibarına keyfî olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlüdür. (Anayasa Mahkemesinin Bireysel Başvuru Kararı, Önder Balıkçı § 44). Devletin bireylerin maddi ve manevi varlığının korunması ile ilgili pozitif yükümlülükleri çerçevesinde şeref ve itibarın korunması hakkı ile diğer tarafın Anayasa’da güvence altına alınmış olan ifade özgürlüğünden yararlanma hakkı arasında adil bir denge kurması gerekir (Anayasa Mahkemesinin Bireysel Başvuru Kararı, Kenan Gül, §§ 54, 55; Şeyma Fenercioğlu, §§ 45, 46). Yukarıda yapılan açıklama ve sözü edilen kurallarla birlikte somut olay değerlendirildiğinde; tazminat talebine konu edilen sözler davalının davacıya gönderdiği telefon mesajlarıdır. Telefon mesajı tespit tutanağında mesaj içerikleri tespit edilmiştir. 02.12.2014 tarihinde saat 9:54’te gönderilen birinci mesaj içeriği; “ O gizlediğin kocaman “Gerçeklerin” bir gün ortaya çıkacağını hiç düşünmemiştin değil mi, ama demiştim ya bu kadar pislik bir yere kadar gizlenebilirdi Recep Efendi… Allah seni ıslah etsin o kadar rezil işlere bulaşmışsn ki.” şeklindedir. Aynı tarihte saat 9:59’da gönderilen mesaj ise; “Facebookta o kadar dini ve İslami içerikli paylaşımlar yaparak kendini temize çıkarmaya çalışsan da, içinde bulunduğun toplum bir gün o gerçekleri öğrenecekti” içeriğini taşımaktadır. Bu mesajlarda isnat edilen olguların ne olduğu açıklanmamış ise de rezil işlere bulaşmak şeklinde olgu isnadı yapıldığından değer yargısı ifade etmeyi aşan bir paylaşım yapılmıştır. Ayrıca mesaj doğrudan isnatta bulunulana gönderildiğinden tarafların aralarındaki hukukî ilişkiler kapsamında bu isnatların ne olduğunu bilebilecek durumda oldukları anlaşılmaktadır. Değer yargısı ifadesinde bunun temellendirilmesi ve bazı olgulara bağlanması aranmaz ise de olgu isnat edilmesi hâlinde bunu isnat edenden bu olguları temellendirip asgari ölçüde de olsa delillendirmesi beklenir. Davalının gönderdiği her iki mesaj bir bütün olarak değerlendirildiğinde davalı davacıya, temellendirip delil sunamadığı olguları davacıya isnat etmekle ifade hürriyetinin sınırlarını aşmış ve davacının şöhret ve itibarına zarar vermiştir. Burada sınırları aşılmış ifade hürriyetine değil kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı kapsamında şöhret ve itibara zarar verilmiş olması öncelenerek sonuca gidilmelidir. Bu mesaj içeriklerinin çekildiği vakıası ve bu vakıanın hukuka aykırılığı tespit edilerek verilen mahkumiyet hükmü de gözetildiğinde davalının eylemi davacının kişilik haklarını zedelediğinden manevi tazminat koşulları gerçekleşmiştir. Ceza mahkemesi kararının TBK 74. madde hükmüne göre bağlayıcı kabul edilmesi korunması gerekli bir temel hak ve hürriyetin zedelenmesi sonucunu doğurmadığından bu kararın hukuk hâkimini de bağladığı kabul edilmelidir. Mahkemece ceza mahkemesi kararının, kanun yolu incelemesine tabi olmayan kesin nitelikte bir karar olması gerekçe gösterilerek bağlayıcı olmadığı kabul edilmiş ise de TBK 74. madde , ceza mahkemesi kararının ne şekilde kesinleştiğini nazara alan bir hüküm olmayıp ceza mahkemesince verilen kesinleşmiş bir karar olup olmadığını esas alan bir düzenlemedir. Açıklanan nedenlerle uygun miktar manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken mahkemece yazılı gerekçelerle davanın reddine karar verilmesi doğru olmamıştır Tüm bu nedenlerle değişik gerekçeyle direnme hükmünün bozulması gerektiği görüşünde olduğumuzdan doğrudan ceza mahkemesi kararının bağlayıcı olduğu gerekçesiyle bozma yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyoruz. Adem ALBAYRAK Zeki GÖZÜTOK Birinci Başkanvekili Üye -KARŞI OYDava, kişilik haklarına saldırı nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece yapılan yargılama sonunda davalının davacının cep telefonuna dava konusu edilen mesajları gönderdiğinin sabit olduğu, ceza mahkemesinde verilen mahkumiyet kararının kesin nitelikte temyiz yolu kapalı olarak verilmesi sebebiyle bağlayıcı olamayacağı, bu kapsamda davaya konu edilen mesajlarda yer alan ifadelerin eleştiri mahiyetinde olup davalının değer yargısını içermekle kişilik haklarına saldırı oluşturmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş, davacının temyizi üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonucunda “…Ceza Mahkemesinin, maddi vakıanın (haksız fiilin) sanık (davalı) tarafından gerçekleştirildiğine ilişkin tespiti ve sonucunda verdiği kesin mahkûmiyet hükmü, taraflarca temyiz edilmeksizin kesin olsa da hukuk hâkimini bağlar (TBK 74). Bu itibarla mahkemece, davacı yararına uygun bir miktarda manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken, yersiz gerekçeyle istemin tümden reddine karar verilmiş olması usul ve yasaya uygun değildir…” gerekçesi ile karar bozulmuştur. Mahkemece direnme kararı verilmesi ve bu kararın davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Hukuk Genel Kurulunca yapılan inceleme sonucunda direnme kararının Özel Daire bozma kararında belirtilen gerekçelerle bozulmasına karar verilmiş olup, kararın aşağıda açıkladığımız gerekçe ile onanması düşüncesiyle sayın çoğunluğun görüşüne katılamıyoruz. İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun en önemli temellerinden birisi olup, toplumsal ilerlemenin ve her bireyin gelişiminin başlıca koşullarından birini teşkil etmektedir. AİHS’nin 10. maddesinin ikinci fıkrası saklı kalmak koşuluyla, ifade özgürlüğü yalnızca iyi karşılanan ya da zararsız veya önemsiz olduğu düşünülen değil, aynı zamanda kırıcı, hoş karşılanmayan ya da kaygı uyandıran “bilgiler” ya da “düşünceler” için de geçerlidir. Bunlar çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleri olup, bunlar olmaksızın “demokratik toplum” olmaz (Handyside/Birleşik Krallık/Başvuru No: 5493/72, 07/12/1976, parag. 49). 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası (Anayasa)’nın 17. maddesi gereğince, bireyin manevi varlığının bir parçası olan şeref ve itibarına üçüncü kişilerin saldırılarını önlemek Devletin görevleri arasındadır. Anayasa'nın 17. maddesi gereğince kişilik hakları korunurken aynı zamanda Anayasa'nın 26. maddesi gereğince ifade özgürlüğünün gerçek ve etkili bir biçimde korunmasını sağlama yükümlülüğü sebebiyle yarışan haklar arasında adil bir denge kurulması zorunludur. Bu denge kurulurken Anayasa’nın 13. maddesi kapsamında hakkın özüne dokunulmamalı, demokratik toplum düzeninin gerekleri ve sınırlama amacı ile aracı arasındaki ölçü gözetilmelidir (AYM; Nilgün Halloran, B. No: 2012/1184, 16/7/2014, par.43). Bu anlamda; mahkemenin dayandığı gerekçelerin, ifade özgürlüğünü kısıtlama bakımından “demokratik toplum düzeninin gerekleri” ve “ölçülülük” ilkelerine uygun olduğunu inandırıcı bir şekilde ortaya koyup koyamadığı konusunda denetlenmesi gerekir. Mahkeme, düşüncelerin açıklanması ve yayılmasına yönelik olarak tazminata karar verirken düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün kullanılmasından kaynaklanan yarardan çok daha ağır basan, korunması gereken bir yararın varlığını somut olgulara dayanarak göstermelidir (AYM; Mustafa Ali Balbay, B. No: 2012/1272, 4/12/2013, par.114). Türk Borçlar Kanunu (TBK)’nun 74. (818 sayılı BK 53) maddesi uyarınca hukuk hâkimi; zarar verenin kusurunun olup olmadığı ve ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hususlarında karar verirken, ceza hukukunun sorumlulukla ilgili hükümleriyle ve ayrıca ceza hâkimi tarafından verilen beraat kararıyla bağlı değildir. Aynı hükümde ayrıca, kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin ceza mahkemesi kararlarının da hukuk hâkimini bağlamayacağı öngörülmektedir. Özel Daire bozma kararında davalı hakkındaki kesin nitelikte verilen mahkûmiyet kararının hukuk hâkimini bağladığı salt bu nedenle davacı yararına uygun bir miktar manevi tazminata hükmedilmesi gerektiği gerekçesine dayanılmıştır. İfade özgürlüğünün niteliği gereği; ceza yargılamasında eylemin suç olduğu kabul edilse dahi, görmekte olduğu somut davada hukuk hâkimi bağımsız olarak davaya konu edilen sözleri değerlendirerek bir sonuca varmalıdır. Aksinin kabulü ile ceza yargılamasında varılan sonucun benimsenmesi hâlinde ifade özgürlüğü ile şeref ve itibarın korunması hakkı arasındaki adil dengeyi sağlama konusunda hukuk hâkiminin hiçbir inisiyatifi kalmayacaktır. Nitekim doktrinde; TBK’nın 74. maddesinde haksız fiilin yalnızca kusur unsurundan söz edilmesine dayanılarak, diğer unsurlar bakımından hukuk hâkiminin ceza hâkiminin kararı ile bağlı olduğu sonucuna varılamayacağı, maddede sadece kusur unsurundan söz edilmesinin örnek niteliğinde olduğu, hukuk hâkiminin ceza mahkemesinin mahkûmiyet ve beraat kararı ile bağlı olmaksızın haksız fiilin tüm unsurlarını yeniden inceleyebileceği, ancak hukuk hâkiminin ceza mahkemesi kararından ayrılmak istediğinde bunun gerekçelerini göstermek zorunda olduğunu benimseyen görüşler de mevcuttur (F. Eren, Borçlar Hukuku, 17. Baskı, Ankara,2014, s.827). Ayrıca şu hususu belirtmek gerekir ki; kanun koyucu esasen ceza ve hukuk yargılaması sonucu verilen kararların bağlayıcılığı üzerine çok keskin bir çizgi çizmemiştir. Hukuk hâkiminin ceza yargılamasında verilen kesin nitelikteki sonuçla bağlı olmasının esas amacı hukukî güvenlik ilkesinin bir gereğidir. Aynı eyleme aynı hukuk düzeni içerisinde iki farklı sonuç bağlanması hukuk güvenliğini zedeler. Ancak hukuk ve ceza yargılamalarının ulaşmak istedikleri sonuç aynı olmadığı gibi verdikleri kararların konuları ve tarafları aynı olmadığı için aynı etkiyi doğurması düşünülemez. Gerçekten ceza yargılamasının amacı suçun işlenip işlenmediğini, işlenmiş ise verilecek cezanın belirlenmesini ceza hukukunun kendi prensipleri içerisinde yürütülmesini gerekli kılar. Hâlbuki tazminat hukuku özelinde hukuk yargılaması farklı değerlendirmelerle sonuca ulaşır. Hukuk yargılamasında hukuka aykırı eylem belirlenir. Bu eylemin zarara neden olup olmadığı, olmuş ise davalının kusurunun bulunup bulunmadığı ya da kusura bakılmaksızın sorumlu olup olmadığı, zarar ile kusur arasında uygun illiyet bağının bulunup bulunmadığı değerlendirilerek sonuca ulaşılır. Dolayısıyla hukuk ve ceza yargılamalarını aynı ilkelere tabî tutarak aynı sonuca ulaşmaları beklenmemelidir. TBK’nın 74. maddesi esasında hukuk hâkiminin bağımsızlığı prensibini ortaya koymaktadır. Buna göre hukuk hâkimi kararını verirken bağımsızdır ve ceza yargılaması sonucundan serbest hareket etmelidir. Bu prensip hâkimin takdir yetkisinin sonucu olup sınırsız da değildir. Gerçekten maddi hakikate ulaşmayı prensip edinen ceza yargılamasında, olayın sübutuna ilişkin varılan kanaat ile suçun işlendiği yönündeki kesinleşmiş kanı, hukuk hâkimini kesin delil veya kesin hüküm nedeniyle bağlayacaktır. Bunun aksini kabul etmek hukuka güveni zedeler. Diğer yandan belirtilmelidir ki; somut olayda salt ceza mahkemesince verilen mahkûmiyet kararının, hukuk hâkimini bağlayacağı gerekçesi ile tazminata hükmedildiğinde hükmolunan tazminata ilişkin karar aleyhine bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesi veya Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvuru hâlinde, ifade özgürlüğünün ihlâl edildiği sonucuna varılabilecek ve bu durum yeniden yargılama sebebi sayılabilecektir. Çünkü Anayasa’nın 90. maddesinin son fıkrası uyarınca temel hak ve özgürlükler söz konusu olduğunda tarafı olduğumuz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, TBK’nın ilgili hükmünden üstün nitelikte bir norm olarak karşımıza çıkmaktadır. Anılan Anayasa hükmü uyarınca Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin temel hak ve özgürlüklere ilişkin yorum ve uygulamaları yargı mercilerini bağlayıcı niteliktedir. Bu durumda hukuk hâkimi tarafından TBK'nın 74. maddesi gereğince kesinleşmiş ceza mahkûmiyeti nedeniyle zorunlu olarak karar verildiği savunulamaz. Şu hâlde hukuk hâkimi, salt ceza mahkemesince verilen mahkûmiyet kararının bağlayıcılığını esas alarak tazminata hükmettiğinde, ifade özgürlüğünü değerlendirme dışı bırakmak suretiyle hukuka aykırı davranmış olacaktır. Tüm bu nedenlerle; hukuk mahkemesince ifade özgürlüğü yönünden bir değerlendirme yapılmaksızın, yalnızca ceza mahkemesince kesin olarak verilmiş olan mahkûmiyet kararının hukuk hâkimini bağladığı gerekçesi ile manevi tazminata hükmedilmesi ifade özgürlüğünü kısıtlayıcı nitelikte olup, bu konudaki değerlendirmenin hukuk hâkimi tarafından yapılması gerekmektedir. Somut olayda davalı tarafından davacının cep telefonuna gönderilen mesajlarda yer alan ifadelerin kişilik haklarına saldırı teşkil edip etmediği ceza mahkemesince verilmiş mahkûmiyet hükmünden ayrı olarak değerlendirilmelidir. Bu kapsamda yapılan değerlendirmede ise; dava konusu olan mesajlardaki ifadelerin davacının şahsına yönelik olmayıp taraflar arasında geçmişten gelen anlaşmazlıklardan dolayı davalı tarafından davacının davranışları ve yaptığı işleri kastedilerek kullanıldığı anlaşılmaktadır. Dava konusu ifadelerin bir kısmı yakışıksız olmakla birlikte eleştiri sınırları içinde olup bir kısmının ise değer yargısı içerdiği ve dolayısıyla kişilik haklarına saldırı niteliğinde olmadığı, yasal düzenlemeler ve AİHM içtihatları karşısında ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi ve direnme kararının bu gerekçe ile onanması düşüncesinde olduğumuzdan sayın çoğunluğun bozma şeklindeki görüşüne katılamıyoruz. Fatma Feyza ŞAHİN-Battal YILMAZ
Ener Avukatlık Bürosu ile +90 212 570 4046 numaralı hattımız üzerinden iletişime geçebilirsiniz!